Motivasyon Molekülü: Kafein
Muhtemelen bu yazıyı okumadan önce tüketmiş olduğunuz kafein yani 1,3,7-trimetilksantin (C8H10N4O2), dünya üzerinde en çok tüketilen psikoaktif moleküldür. Günlük tüketilen ortalama kafein miktarı yaklaşık 135 mg olsa da bu sayı değişiklik gösterebilmektedir.
İlk defa 1819 yılında Ferdinand Runge tarafından kahve çekirdeğinden saf bir şekilde ayrıştırılmış olan kafein yine en çok kahve ile ilişkilendirilir. Runge, kahve çekirdeğini oluşturan molekülleri ortaya çıkarabilmek için hem kavrulmuş hem de çiğ çekirdeklere hidroklorik asit, metal oksitler, yumurta akı ve gallik asit gibi çeşitli reaktifler uygulamış ve yaptığı deneyler sonucunda da kafein molekülünü elde etmeyi başarmıştır.
“Kafein” sözcüğü ilk defa 1821 yılında Pierre Joseph tarafından kullanılmıştır. Joseph, kafein üzerinde daha detaylı analizler yaparak kafein molekülünün karbon, azot, hidrojen ve oksijen atomlarından oluştuğunu bulmuş olup bunun yanı sıra kafeinin içerdiği azot miktarının yalnızca bitkilerden değil aynı zamanda hayvansal bir bileşenden de daha fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Kafein hücre zarından kolayca geçebilir ve hatta kan-beyin bariyerini bile aşabilir. Bu nedenle diğer moleküllere kıyasla kan dolaşımına çok daha hızlı katılır. Kafeinin dokulardan rahatlıkla geçebilme özelliği organlarda birikmesini engellerken aynı zamanda yağda çözünmemesi onun vücut yağında da depolanmamasının önüne geçer. Kafein yaklaşık olarak 2-4 saat bir yarı ömre sahip olduğu için sabah kahvemizin neredeyse tamamı gece yatarken çoktan vücudumuzdan atılmış olur.
Kafeinin gözlemlenen fizyolojik etkileri uykuyu engelleme, gelişmiş problem çözme yeteneği, daha iyi bir şekilde akıl yürütme, bilgiyi daha hızlı işleme ve zihnin daha iyi çalışması olarak sıralanabilmektedir. Görünüşte bize sonsuz bir enerji veren kafein; hangi formda tüketirsek tüketelim, bazen işlerimizi halledebilmemizdeki en büyük motivasyonumuzdur.
Yazar: Nate Smith
Çevirmen: Beyzanur Turpçu
Kaynakça: https://blogs.loc.gov/inside_adams/2022/10/caffeine/